Şanlıurfa'nın en eski mahallelerinden biri olan Eyyubiye Mahallesi tarihi geçmişi çok eskilere dayanan ve tarihte önemli yapılara mekânlık etmiş şehrin güneydeki en önemli bölümüdür. Bu bölgede bugün yedi mahalle bulunmakta ve 100 binin üzerinde insan yaşamaktadır.
Hz.Eyüp Kuyusunun Yeri
Günümüzde “Eyyüpnebi Mahallesi” nin güneyinde, girişindeki tabelada “Hz. Eyyub Sabır Makamı” yazılı olan alanda, Hz. Eyyub'un hastalığı boyunca kaldığına inanılan küçük bir mağara (sabır mağarası), ayağını vurmasıyla yerden çıkan şifalı suyun bulunduğu bir kuyu ve yakın zamanda alanın güneyindeki mezarlık kaldırılarak yerine inşa edilen “Hz. Eyyub Camii” bulunmaktadır. Kuyu kayadan oyulmuştur. Yüzlerce yıl kullanıldığı bellidir. Kuyunun ağzında taştan bir bilezik mevcut olup su çekmekten dolayı aşınmış ve el derinliğinde oyuklar oluşmuştur. Suyu soğuk ve temiz olup hiç kurumaz. Kuyunun suyu Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafından şifalı su olarak kabul edilmiştir. Hastalar tarafından yıkanmak ve içilmek için kullanılır.
Sabır Mağarası, gerek Urfa'dan gerekse ve Türkiye'nin değişik yerlerinden özellikle hafta sonları çok sayıda insan tarafından ziyaret edilmekte ve içinde namaz kılınarak dua edilmektedir. Bunun dışında borularla kuyudan sebillere aktarılan şifalı sular hem içilmekte hem de çeşitli kaplarla götürülmektedir.
Eyyub Kuyusu'nun tarihine girmeden Urfa'da halk arasında anlatılan Hz. Eyyûb'un kıssasını gözden geçirelim:
Hz.Eyyub Kıssası“Cenab-ı Hakk, seçkin bir kulu olan Hz. Eyyûb'u peygamberlikle görevlendirdi. Onu ve ailesini bol nimetlerle rızıklandırdı. Ona birçok evlat verdi. Malına ve davarlarına bereket girdi Birçok köyü, bu köylerde bereketli toprakları ve sürülerce davarı oldu. Yüce Allah'ın (c.c.) kendisine verdiği bu nimetlerden kendisi, ailesi ve çevresi bol bol faydalandı. Bu nimetlerden fakir ve fukaraya vererek onların da ihtiyaçlarını giderdi.
Cenab-ı Hakk, onu imtihan için, önce malını ve sürülerini sonra tüm evlatlarını elinden aldı. Varlıktan yokluğa, perişan bir hayata sürüklendi. O ise, “Veren Allah, alan Allah” diyerek isyana ve hüzne girmeden haline şükrederek sabretti. Sarsılmaz bir imanla metanetini kaybetmedi ve ibadetine devam etti. Hz. Eyyûb bu kaybettiklerinin dışında bir de ihtiyarlık çağında ağır bir hastalığa tutuldu. Her tarafı yara bere içinde kaldı. Çevresindeki uzak, yakın akrabaları ve son olarak hanımı bulaşıcı bir hastalığa tutulduğuna kanaat getirip onu bir bir terk ettiler. Hiç kimsenin değil de hanımı Rahme'nin kendisini terk etmesine içerledi. İnsanlar, Hz. Eyyûb'u köyden kovdular. Hanımı Rahme onu köyün dışında oldukça uzakta bir mağaraya bırakıp geri döndü. Şeytan, Hz.Eyyûb'a ve Rahme'ye zaman zaman musallat oldu. Rahme etkisi altında kalsa da Hz. Eyyûb, şeytanı kovarak zerre kadar etkisi altında kalmadı. Mağarada tek başına Rabbine sığınarak ibadetine ve zikrine devam etti. Hanımı Rahme zaman zaman mağaraya gelip onu ziyaret ederdi. Beraberinde yiyecekler getirirdi. Bir müddet kaldıktan sonra onu tekrar yalnızlığa terk ederdi. Böylesi bir durumda, eşini yalnız bırakması ve geçmişi bulunuyor.
1144 yılında Urfa'yı Haçlıların elinden alarak fetheden Musul hükümdarı İmadeddin Zengi, bir yıl sonra hasat mevsiminde tekrar Urfa'yı ziyarete geldi. Tarihi ve dini mekânları gezdi. Zengi kendisine eşlik eden kentin Süryani papazı Abul Farac Basilius Bar Şumana'ya Harran Kapısı dışındaki Şehit Doktor Kosmas Manastırı yanındaki kuyu (Eyyub Kuyusu) hakkında bilgi istedi. Zira Ortaçağ'da “Eyyûb Kuyusu” balıklı göllerden daha önemliydi. Hıristiyan doktorlardan Kosmas ve Aziz Damianus'un mezarları bu kuyunun yanında idi. Burada ayrıca bir manastır, hastane ve misafirhane de vardı. Ne yazık ki bu yapılardan herhangi bir kalıntı günümüze ulaşmamıştır.
Papaz Basilius, bu bilgileri verdikten sonra Aziz Stefanos Kilisesi'nde ( Şimdi Ulu Camii ) saklanan ve Hz.İsa'nın yüz hatları gözüktüğüne inanılan Kutsal Mendil Mandylion'u çalan doğulu biri hakkındaki o dönemin şu popüler öyküsünü anlattı:
“Urfa'da yatmakta olan bir hasta geceleyin Harran Kapısı'ndan kente girerek kilisede saklanmakta olan ve üzerinde İsa'nın portresi beliren kutsal mendili çalar ve Kosmas Manastırı'na gelerek geceyi geçirmeye başlar. Ancak cebinde saklamış olduğu kutsal mendilin ışık ve nur saçmasından korkarak, onu manastır yanındaki kuyunun içine atar. Kuyudan hemen bir nur sütunu çıkar ve suyun içi bir güneş gibi parlar. Kutsal mendil daha sonra bulunur ve yerine konulur.”
Bu olaydan sonra hastalar, özellikle Müslümanlar bu kuyunun sularıyla yıkanarak fil hastalığı, cüzzam ve “Abgar hastalığı” olarak bilinen Damla (Gut) gibi hastalıklardan kurtularak şifa buldular.
Zengi'nin ayaklarında da damla hastalığı vardı ve ondan acı çekmekteydi. Atına binerek kuyunun yanına geldi ve kuyudan su çekerek ayaklarını yıkadı. Zengi, oraya gelen hastaların ve acı çekenlerin kullanmaları ve dinlenmeleri için bir hastane yapılmasını emretti. Civardaki bütün tarlaların hastaneye vakfedilmesi için emirler verdi. Ancak onun 1146 yılında Caber Kalesi'nde öldürülmesi üzerine bu projeler gerçekleşmedi. Eyyûb Kuyusu, 13. yüzyılda “Fil hastalığına tutulanların kuyusu” adıyla çağrılıyordu. (Selahattin E. Güler)