KADIOĞLU MAHALLESİNDE YÜRÜYÜŞ-21.06.2021 PAZARTESİ
İKİNCİ BÖLÜM
Artık tarihte olduğu gibi Samsat Kapı’dan şehre girebilirim. Eski Urfa’nın kuzeyine açılan bu kapıya, o civardaki saat kulesine izafeten Bizans döneminde “Saatler Kapısı” denilmiş, Zengiler döneminde de aynı adla anılmaya devam edilmiştir. Musul Atabeyi İmâdeddin Zengi’nin, Haçlı hâkimiyetindeki Urfa’yı 1144 yılında kuşatırken ordusunu “Saatler Kapısı” önündeki meydanda konuşlandırdığı rivayet edilir. Osmanlı Döneminde ise Samsat yönüne açıldığı için Samsat Kapı adını almıştır. Yeri tam olarak bugünkü Demokrasi Caddesinin girişidir. Fakat maalesef ortada kapının izi tozu yoktur. 19. Yüzyıl sonlarındaki bir fotoğraftan, daha o tarihlerde yıkılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Sözün burasında Urfa’daki yıkım çalışmaları için ufak bir parantez açmakta fayda var.
Eski Urfa’nın sokakları, aşırı sıcağa karşı gölge olsun diye dardır. Ve fakat o günlerin şartlarında ihtiyacı karşılayacak şekildedir. Cumhuriyet döneminde nüfus artıp, otomobiller devreye girince ihtiyacı karşılayamaz duruma gelmiştir. Bu durumda yapılması gereken, Eski Urfa’ya dokunmayıp, şehri sur dışına açmaktır. Nitekim 1900’lerin başında vali naipliği yapan Ethem Sabri Paşa (1905-1906), Millet Hastanesini (Eski Devlet Hastanesi, şimdiki Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi) surların dışına yaptırmakla ve devrin zenginlerinden Yusuf Hacı Kamil Efendiyi, surların dışına, bugün Köprübaşı’ndaki köprü, konak, köşk, han ve dükkânları yapmaya teşvik etmekle, bu düşünceyi harekete geçirmiştir. Daha sonra görev yapan Vali Nusret Bey (1917-1919) de, aynı ileri görüşlülüğü devam ettirmiştir. 1917 yılında, Hacı Kâmil Köprüsü’nü kuzeye doğru bağlayan Mustafa Kemal Paşa Caddesi’ni (bugünkü Atatürk Bulvarı) açarak, cadde üzerine Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi ve Harb-ı Umumi Şehitleri Anıtı’nı yaptırarak şehrin bu yönde gelişimine katkıda bulunmuş, dolayısıyla Eski Urfa’nın korunmasına hizmet etmiştir.
Ancak sonradan göreve gelen bazı vali ve belediye başkanları, ters istikamette kararlar almışlar, yol açarak ve var olan yolları genişleterek şehre hizmet edeceğim derken Eski Urfa’nın bağrında onulmaz yaralar açmışlardır.
İmar planlarının gerektirdiği yıkımlardan başka, 1930’lu yıllardan başlayarak 1980’li yıllara kadar vali ya da belediye başkanları tarafından pek çok han, hamam, konak gibi tarihi binalar yıktırılmış, yerlerine resmi binalar yaptırılmıştır. Hatta bu binaların bazılarının inşaat taşları, Orta Çağ’dan kalma tarihi şehir surunun yıkılmasından elde edilmiştir.
İşte, başlangıcında durduğum bu cadde de böyle bir anlayışın ürünü olup, nice güzel evin yıkılmasına sebep olmuştur. Katliamın gerekçesi, Su Meydanı’ndan Aşağı Çarşıya uzanan yolu genişletmektir. 1976’da belediye başkanlarının başlattığı yıkım çalışmalarına son darbe de 12 Eylül döneminde vurulmuş; yol üzerinde bulunan çok sayıda güzel ev ve Akarbaşı’ndaki Aslanlı Han ortadan kaldırılmıştır.
O yüzden buraya 12 Eylül Caddesi adı verilmiş, bu ad 2009 yılında Demokrasi Caddesi olarak değiştirilmiştir.
Zaman zaman yıktırılan o güzelim eserlerinin fotoğraflarına baktığımda, memleketini seven Urfalı, hatta tarihe, kültüre, tarihi dokuya meraklı herkes gibi benim de içim kan ağlıyor. Görmediğim, tanımadığım o insanlara karşı içimde büyük bir kızgınlık uyanıyor.
1970’li yıllar, aynı zamanda bilinçlenmenin ve direnişin başladığı yıllardır. Bu dönemde, bir yandan devletin üst düzey görevlileri, devletin gücünü kullanıp bu yıkım çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da, aralarında Cihat Kürkçüoğlu’nun da bulunduğu bir avuç Urfa sevdalısı, yine devletin mevzuatına dayanarak tarihi eserleri/dokuyu korumak amacıyla harekete geçmeye ve cansiperane bir mücadele vermeye başlamıştır. Zaman içinde, bazı vali ve belediye başkanları da bu mücadeleye aktif bir şekilde destek vermişlerdir.
Yol açma ve genişletme uğruna Urfa’nın tarihi dokusuna darbe vuran diğer isimlerden ve yaptıklarından da sırası geldiğinde söz etmeye devam edeceğim.
Ben, yine de şimdi olmayan Samsat Kapı’dan giriyormuş gibi içeriye doğru yürümeye başladım.
Yolun iki yanında, bende hatırası olan iki yer var: Solda Urfa’nın en güzel eserlerinden biri olan, bir süredir Eyyübiye Halk Eğitim Merkezi ve ASO Müdürlüğünün hizmet verdiği taş bina. 1930’larda hükümet binası olarak yapılmış, sonraları Urfa Lisesine tahsis edilmiştir. Ben lise 1. ve 2. Sınıfları burada okumuştum. 12 Eylül öncesine denk geldiği için o yıllara ait anılarım genellikle olumsuzdur.
Yolun sağında ise merdivenlerle çıkıldığı için Çardaklı Kahve diye bilinen, ön tarafı boydan boya camekânla kaplı bir kahvehane var. Eskiden işleten kişinin adına izafeten “Bilic’in Kahvesi” diye meşhurmuş. Yıllar önce, bu kahve ve bu “Bilic” ya da daha bilinen adıyla “Kuşçu Bilic” denilen kişi ile ilgili olarak Urfalı yazar İrfan Palalı’nın “Tehcir Çocukları-Nenem Bir Ermeni’ymiş” adlı anı-romanında ilginç bilgiler okumuştum. (Su Yayınları, İstanbul, 2005) Eskiden kahvehanenin tabanı toprakmış, ön tarafı sarmaşıklarla kaplıymış, içindeki “pin”de çok sayıda kuş/güvercin beslenirmiş. Ve büyüklerin dışında, hemen önündeki Urfa Lisesinden kaçan öğrenciler de gelip burada oyun oynar, çay içermiş.
Rahmetli dayım Durak Türkmen’in uzun zaman çalıştığı bu kahvede küçük bir çocukken ben de iki hafta süreyle çıraklık yapmıştım. Hep okuma hevesinde olduğum için herhangi bir işte çalışmayı hiç sevmezdim.
Az ileride sağda Urfa’nın en eski ve ünlü hamamlarından Serçe Hamamı. Adı bende hep serçeleri çağrıştıran bu hamamın adı, “Serçe” lakaplı bir ailenin burayı uzun süre işletmesinden kaynaklanıyormuş. Ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemekle beraber Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçen "Samsat Kapısı Hamamı"nın bu hamam olduğu tahmin edilmektedir ki o takdirde geçmişi en az 17. Yüzyıl başlarına kadar gider. Urfa’ya Samsat Kapı’dan giren yolcuların şehre girmeden önce burada yıkanıp temizlendiği tahmin edilmektedir. Bunu öğrenince, ne güzel bir anlayış diye düşünmüştüm. Kapısının önünden çok geçtim ama içine hiç girmedim. Öğrendiğime göre esas hamam kısmı yer altında olup merdivenle inilmekteymiş. Yıkanma yerinin beş eyvanlı olması dolayısıyla da diğer Urfa hamamlarından ayrılmaktaymış. Eskiden suyunu Açıksu’dan gelen ve Jüstinyen Kemerinden geçip Su Meydanı’na ulaşan akarsudan alıyormuş. Şimdi nasıldır, bilmiyorum. Hâlâ açık ve çalışıyor. Kapıdaki delikanlılar salgına rağmen hiç ara vermediğini söylediler ama bana pek inandırıcı gelmedi. Ben oradayken içeride kadınlar vardı. Bu sıcakta hamama gelmenin izahını yapmakta zorlanıyorum.
Hamamdan ötesi Su Meydanı. Urfa’nın en eski, en ünlü meydanlarından. Su Meydanı adı Urfa’da şehir suyunun olmadığı zamanlara dayanıyor. O dönem Urfa’sının su durumu hakkında bir fikir sahibi olmak için Adil Saraç Hocanın kitabından ilgili bölümü olduğu gibi aktarmak istiyorum:
“Şimdiki Şehitlik semtinde Sağlık Meslek Lisesinin bulunduğu yerde “Hazuna” denilen bir su vardır. Bu suyun bir kaynak suyu olduğunu söyleyenler varsa da Açıksu denen yerden geldiğini ve su dolaplarıyla buraya çıkarıldığını söylemek daha doğrudur. Çünkü suyun, buraya varmadan bir dolap yardımıyla “Yeraltı Değirmeni” olarak adlandırılan bir değirmeni çevirdiğini biliyoruz. Bu su “Hazuna”dan kapalı kanallarla Karakoyun Deresine kadar getirilir. Karakoyun Deresi üzerindeki su terazisinden, Samsat Meydanı’ndaki bir su değirmeninden (Benim yukarıda söz ettiğim değirmen olmalı. M.S.) ve Serçe Hamamı’ndan geçerek Su Meydanı’na gelir. Buradan bir kanalla Yusuf Paşa Camii ve Vezir Hamamı’na, oradan da Elli Sekiz Meydanı’ndaki Nimetullah (Ağ) Camii’ne aktarılır. Bu camiye aktarılan suyun Ulu Cami kanalından geldiğini söyleyenler de vardır. Aynı su, diğer bir kanalla Ulu Cami’ye iner. Üçüncü ve son kanal ise Akarbaşı’ndaki Sakıbiye Tekkesi’ne ulaşır. Kapalı kanallarda “pörenk” denen borulardan akan bu su, sokak aralarında hayır için yapılan kastellerle halkın istifadesine sunulur.” (Adil Saraç, “Tanıklarıyla Urfaca Urfalıca”, İstanbul, 2018, Cilt 5, s.771)
Nereden nereye? Urfa, Daysan/Karakoyun Deresi ve her yandan fışkıran pınarları dolayısıyla tarihte, sularının bolluğu ile ünlü bir şehirdir. Bu yüzden eski isimlerinin bazıları su ile ilişkilidir. Mesela bu isimlerden “Urhai/Orhai (Urhay/Orhay) “güzel akarsular şehri” anlamına gelmektedir. Helen döneminde verilen Edessa ismi de “suyu bol” anlamındadır. Bir başka ismi olan “Kaliruha” ise “akarsuları güzel, suyu güzel, çeşme” gibi anlamlara gelmektedir. Görüldüğü gibi Urhay, Kaliruha, el-Ruha, Ruha gibi aşamalardan geçerek bugünkü şeklini alan Urfa’nın bütün isimleri bir şekilde su ile ilişkilidir.
Ancak geçmişi böyle olan şehrin yakın tarihi, adeta susuzlukla özdeşleşmiştir.
Bizim çocukluğumuzda da susuzluk başlıca dertlerdendi. Su şebekesi olsa bile her zaman su akmazdı. Bazen mahallelere sırayla su verilir, herkes suyun geleceği saati muslukların başında bekleyerek geçirir, nöbeti gece gelen semtlerde kadın erkek herkes ya uyumaz veya gece yarısı ayaklanır, evde ne kadar kap kacak varsa doldururdu. Ve bu tatlı su ancak içmede ve yemeklerde gıdım gıdım kullanılırdı. Temizlik içinse büyük evlerde var olan kuyulara üşüşülür, kuyu başlarında su çekmek için sıralar oluşur, bazen bu yüzden kadınlar arasında kavgalar çıkardı.
Kırsal kesimlerde ise yağmur yağdığı zaman serinçlerde (sarnıç) biriktirilen sular kullanılırdı. Bu sular, uzun ve sıcak yaz mevsimlerinde bazen kokuşur, kurtlanırdı, ancak çaresiz halk mecburen kullanmaya devam ederdi.
Susuzluktan çatlayan topraklar, yağmur yağmadığı için kuruyan ekinler, yağmur duaları, tarlaya su çekmek için çıkan kavgalar ve kan davaları, Urfa’nın klasiklerindendi. Ve tabii gelsin bütün bunları konu alan türküler, romanlar, filmler…
Ta ki GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi), Atatürk Barajı ve sulama tünellerine, kanallarına kadar… Artık Urfa’nın büyük bir bölümünde sulu tarım yapılabilmektedir.
Bu arada Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan’ı da anmamak olmaz. 1994-2004 Yılları arasında başkanlık yapan Ahmet Bahçıvan, şehrin su şebekesini yenilemiş, arıtma tesislerini kurmuş ve Urfa’nın temiz su ihtiyacını çok uzun bir süreliğine gidermiştir. Urfa bugün, Türkiye’nin musluklarından su içilebildiği az sayıdaki şehrinden biridir ve Urfalı bu büyük hizmetinden dolayı kendisini hep hayırla yad etmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
Artık tarihte olduğu gibi Samsat Kapı’dan şehre girebilirim. Eski Urfa’nın kuzeyine açılan bu kapıya, o civardaki saat kulesine izafeten Bizans döneminde “Saatler Kapısı” denilmiş, Zengiler döneminde de aynı adla anılmaya devam edilmiştir. Musul Atabeyi İmâdeddin Zengi’nin, Haçlı hâkimiyetindeki Urfa’yı 1144 yılında kuşatırken ordusunu “Saatler Kapısı” önündeki meydanda konuşlandırdığı rivayet edilir. Osmanlı Döneminde ise Samsat yönüne açıldığı için Samsat Kapı adını almıştır. Yeri tam olarak bugünkü Demokrasi Caddesinin girişidir. Fakat maalesef ortada kapının izi tozu yoktur. 19. Yüzyıl sonlarındaki bir fotoğraftan, daha o tarihlerde yıkılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Sözün burasında Urfa’daki yıkım çalışmaları için ufak bir parantez açmakta fayda var.
Eski Urfa’nın sokakları, aşırı sıcağa karşı gölge olsun diye dardır. Ve fakat o günlerin şartlarında ihtiyacı karşılayacak şekildedir. Cumhuriyet döneminde nüfus artıp, otomobiller devreye girince ihtiyacı karşılayamaz duruma gelmiştir. Bu durumda yapılması gereken, Eski Urfa’ya dokunmayıp, şehri sur dışına açmaktır. Nitekim 1900’lerin başında vali naipliği yapan Ethem Sabri Paşa (1905-1906), Millet Hastanesini (Eski Devlet Hastanesi, şimdiki Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi) surların dışına yaptırmakla ve devrin zenginlerinden Yusuf Hacı Kamil Efendiyi, surların dışına, bugün Köprübaşı’ndaki köprü, konak, köşk, han ve dükkânları yapmaya teşvik etmekle, bu düşünceyi harekete geçirmiştir. Daha sonra görev yapan Vali Nusret Bey (1917-1919) de, aynı ileri görüşlülüğü devam ettirmiştir. 1917 yılında, Hacı Kâmil Köprüsü’nü kuzeye doğru bağlayan Mustafa Kemal Paşa Caddesi’ni (bugünkü Atatürk Bulvarı) açarak, cadde üzerine Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi ve Harb-ı Umumi Şehitleri Anıtı’nı yaptırarak şehrin bu yönde gelişimine katkıda bulunmuş, dolayısıyla Eski Urfa’nın korunmasına hizmet etmiştir.
Ancak sonradan göreve gelen bazı vali ve belediye başkanları, ters istikamette kararlar almışlar, yol açarak ve var olan yolları genişleterek şehre hizmet edeceğim derken Eski Urfa’nın bağrında onulmaz yaralar açmışlardır.
İmar planlarının gerektirdiği yıkımlardan başka, 1930’lu yıllardan başlayarak 1980’li yıllara kadar vali ya da belediye başkanları tarafından pek çok han, hamam, konak gibi tarihi binalar yıktırılmış, yerlerine resmi binalar yaptırılmıştır. Hatta bu binaların bazılarının inşaat taşları, Orta Çağ’dan kalma tarihi şehir surunun yıkılmasından elde edilmiştir.
İşte, başlangıcında durduğum bu cadde de böyle bir anlayışın ürünü olup, nice güzel evin yıkılmasına sebep olmuştur. Katliamın gerekçesi, Su Meydanı’ndan Aşağı Çarşıya uzanan yolu genişletmektir. 1976’da belediye başkanlarının başlattığı yıkım çalışmalarına son darbe de 12 Eylül döneminde vurulmuş; yol üzerinde bulunan çok sayıda güzel ev ve Akarbaşı’ndaki Aslanlı Han ortadan kaldırılmıştır.
O yüzden buraya 12 Eylül Caddesi adı verilmiş, bu ad 2009 yılında Demokrasi Caddesi olarak değiştirilmiştir.
Zaman zaman yıktırılan o güzelim eserlerinin fotoğraflarına baktığımda, memleketini seven Urfalı, hatta tarihe, kültüre, tarihi dokuya meraklı herkes gibi benim de içim kan ağlıyor. Görmediğim, tanımadığım o insanlara karşı içimde büyük bir kızgınlık uyanıyor.
1970’li yıllar, aynı zamanda bilinçlenmenin ve direnişin başladığı yıllardır. Bu dönemde, bir yandan devletin üst düzey görevlileri, devletin gücünü kullanıp bu yıkım çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da, aralarında Cihat Kürkçüoğlu’nun da bulunduğu bir avuç Urfa sevdalısı, yine devletin mevzuatına dayanarak tarihi eserleri/dokuyu korumak amacıyla harekete geçmeye ve cansiperane bir mücadele vermeye başlamıştır. Zaman içinde, bazı vali ve belediye başkanları da bu mücadeleye aktif bir şekilde destek vermişlerdir.
Yol açma ve genişletme uğruna Urfa’nın tarihi dokusuna darbe vuran diğer isimlerden ve yaptıklarından da sırası geldiğinde söz etmeye devam edeceğim.
Ben, yine de şimdi olmayan Samsat Kapı’dan giriyormuş gibi içeriye doğru yürümeye başladım.
Yolun iki yanında, bende hatırası olan iki yer var: Solda Urfa’nın en güzel eserlerinden biri olan, bir süredir Eyyübiye Halk Eğitim Merkezi ve ASO Müdürlüğünün hizmet verdiği taş bina. 1930’larda hükümet binası olarak yapılmış, sonraları Urfa Lisesine tahsis edilmiştir. Ben lise 1. ve 2. Sınıfları burada okumuştum. 12 Eylül öncesine denk geldiği için o yıllara ait anılarım genellikle olumsuzdur.
Yolun sağında ise merdivenlerle çıkıldığı için Çardaklı Kahve diye bilinen, ön tarafı boydan boya camekânla kaplı bir kahvehane var. Eskiden işleten kişinin adına izafeten “Bilic’in Kahvesi” diye meşhurmuş. Yıllar önce, bu kahve ve bu “Bilic” ya da daha bilinen adıyla “Kuşçu Bilic” denilen kişi ile ilgili olarak Urfalı yazar İrfan Palalı’nın “Tehcir Çocukları-Nenem Bir Ermeni’ymiş” adlı anı-romanında ilginç bilgiler okumuştum. (Su Yayınları, İstanbul, 2005) Eskiden kahvehanenin tabanı toprakmış, ön tarafı sarmaşıklarla kaplıymış, içindeki “pin”de çok sayıda kuş/güvercin beslenirmiş. Ve büyüklerin dışında, hemen önündeki Urfa Lisesinden kaçan öğrenciler de gelip burada oyun oynar, çay içermiş.
Rahmetli dayım Durak Türkmen’in uzun zaman çalıştığı bu kahvede küçük bir çocukken ben de iki hafta süreyle çıraklık yapmıştım. Hep okuma hevesinde olduğum için herhangi bir işte çalışmayı hiç sevmezdim.
Az ileride sağda Urfa’nın en eski ve ünlü hamamlarından Serçe Hamamı. Adı bende hep serçeleri çağrıştıran bu hamamın adı, “Serçe” lakaplı bir ailenin burayı uzun süre işletmesinden kaynaklanıyormuş. Ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemekle beraber Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçen "Samsat Kapısı Hamamı"nın bu hamam olduğu tahmin edilmektedir ki o takdirde geçmişi en az 17. Yüzyıl başlarına kadar gider. Urfa’ya Samsat Kapı’dan giren yolcuların şehre girmeden önce burada yıkanıp temizlendiği tahmin edilmektedir. Bunu öğrenince, ne güzel bir anlayış diye düşünmüştüm. Kapısının önünden çok geçtim ama içine hiç girmedim. Öğrendiğime göre esas hamam kısmı yer altında olup merdivenle inilmekteymiş. Yıkanma yerinin beş eyvanlı olması dolayısıyla da diğer Urfa hamamlarından ayrılmaktaymış. Eskiden suyunu Açıksu’dan gelen ve Jüstinyen Kemerinden geçip Su Meydanı’na ulaşan akarsudan alıyormuş. Şimdi nasıldır, bilmiyorum. Hâlâ açık ve çalışıyor. Kapıdaki delikanlılar salgına rağmen hiç ara vermediğini söylediler ama bana pek inandırıcı gelmedi. Ben oradayken içeride kadınlar vardı. Bu sıcakta hamama gelmenin izahını yapmakta zorlanıyorum.
Hamamdan ötesi Su Meydanı. Urfa’nın en eski, en ünlü meydanlarından. Su Meydanı adı Urfa’da şehir suyunun olmadığı zamanlara dayanıyor. O dönem Urfa’sının su durumu hakkında bir fikir sahibi olmak için Adil Saraç Hocanın kitabından ilgili bölümü olduğu gibi aktarmak istiyorum:
“Şimdiki Şehitlik semtinde Sağlık Meslek Lisesinin bulunduğu yerde “Hazuna” denilen bir su vardır. Bu suyun bir kaynak suyu olduğunu söyleyenler varsa da Açıksu denen yerden geldiğini ve su dolaplarıyla buraya çıkarıldığını söylemek daha doğrudur. Çünkü suyun, buraya varmadan bir dolap yardımıyla “Yeraltı Değirmeni” olarak adlandırılan bir değirmeni çevirdiğini biliyoruz. Bu su “Hazuna”dan kapalı kanallarla Karakoyun Deresine kadar getirilir. Karakoyun Deresi üzerindeki su terazisinden, Samsat Meydanı’ndaki bir su değirmeninden (Benim yukarıda söz ettiğim değirmen olmalı. M.S.) ve Serçe Hamamı’ndan geçerek Su Meydanı’na gelir. Buradan bir kanalla Yusuf Paşa Camii ve Vezir Hamamı’na, oradan da Elli Sekiz Meydanı’ndaki Nimetullah (Ağ) Camii’ne aktarılır. Bu camiye aktarılan suyun Ulu Cami kanalından geldiğini söyleyenler de vardır. Aynı su, diğer bir kanalla Ulu Cami’ye iner. Üçüncü ve son kanal ise Akarbaşı’ndaki Sakıbiye Tekkesi’ne ulaşır. Kapalı kanallarda “pörenk” denen borulardan akan bu su, sokak aralarında hayır için yapılan kastellerle halkın istifadesine sunulur.” (Adil Saraç, “Tanıklarıyla Urfaca Urfalıca”, İstanbul, 2018, Cilt 5, s.771)
Nereden nereye? Urfa, Daysan/Karakoyun Deresi ve her yandan fışkıran pınarları dolayısıyla tarihte, sularının bolluğu ile ünlü bir şehirdir. Bu yüzden eski isimlerinin bazıları su ile ilişkilidir. Mesela bu isimlerden “Urhai/Orhai (Urhay/Orhay) “güzel akarsular şehri” anlamına gelmektedir. Helen döneminde verilen Edessa ismi de “suyu bol” anlamındadır. Bir başka ismi olan “Kaliruha” ise “akarsuları güzel, suyu güzel, çeşme” gibi anlamlara gelmektedir. Görüldüğü gibi Urhay, Kaliruha, el-Ruha, Ruha gibi aşamalardan geçerek bugünkü şeklini alan Urfa’nın bütün isimleri bir şekilde su ile ilişkilidir.
Ancak geçmişi böyle olan şehrin yakın tarihi, adeta susuzlukla özdeşleşmiştir.
Bizim çocukluğumuzda da susuzluk başlıca dertlerdendi. Su şebekesi olsa bile her zaman su akmazdı. Bazen mahallelere sırayla su verilir, herkes suyun geleceği saati muslukların başında bekleyerek geçirir, nöbeti gece gelen semtlerde kadın erkek herkes ya uyumaz veya gece yarısı ayaklanır, evde ne kadar kap kacak varsa doldururdu. Ve bu tatlı su ancak içmede ve yemeklerde gıdım gıdım kullanılırdı. Temizlik içinse büyük evlerde var olan kuyulara üşüşülür, kuyu başlarında su çekmek için sıralar oluşur, bazen bu yüzden kadınlar arasında kavgalar çıkardı.
Kırsal kesimlerde ise yağmur yağdığı zaman serinçlerde (sarnıç) biriktirilen sular kullanılırdı. Bu sular, uzun ve sıcak yaz mevsimlerinde bazen kokuşur, kurtlanırdı, ancak çaresiz halk mecburen kullanmaya devam ederdi.
Susuzluktan çatlayan topraklar, yağmur yağmadığı için kuruyan ekinler, yağmur duaları, tarlaya su çekmek için çıkan kavgalar ve kan davaları, Urfa’nın klasiklerindendi. Ve tabii gelsin bütün bunları konu alan türküler, romanlar, filmler…
Ta ki GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi), Atatürk Barajı ve sulama tünellerine, kanallarına kadar… Artık Urfa’nın büyük bir bölümünde sulu tarım yapılabilmektedir.
Bu arada Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan’ı da anmamak olmaz. 1994-2004 Yılları arasında başkanlık yapan Ahmet Bahçıvan, şehrin su şebekesini yenilemiş, arıtma tesislerini kurmuş ve Urfa’nın temiz su ihtiyacını çok uzun bir süreliğine gidermiştir. Urfa bugün, Türkiye’nin musluklarından su içilebildiği az sayıdaki şehrinden biridir ve Urfalı bu büyük hizmetinden dolayı kendisini hep hayırla yad etmektedir.
Ankara'da yaşayan ve çocukluğu buralarda geçen bir Şanlıurfalı olarak yazılarınızı hem büyük bir zevkle, hem de buralara özlem duyarak takip ediyorum. Mehmet hocam. Şanlıurfa'nın tarihini yeni nesillere seyahatname tarzında aktarmanız taktire şayan. Kaleminize sağlık